Loading...

KASTEN ÖLDÜRME-TAKSİRLE ÖLDÜRME AYRIMI

 

 

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı İkinci Kısmının “Hayata Karşı Suçlar” başlıklı Birinci Bölümünün 81. maddesinde “Kasten öldürme”, 85. maddesinde ise “Taksirle öldürme” suçları düzenlenmiştir.

 

5237 sayılı TCK’nın 81. maddesinde “Kasten Öldürme” suçu; “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Anılan Yasanın 82. maddesinde ise suçun nitelikli hallerine yer verilmiş, söz konusu maddede;

“Kasten öldürme suçunun;

a) Tasarlayarak,

b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,

c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle,

d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş, boşandığı eş veya kardeşe karşı,

e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

f) (Değişik:12/5/2022-7406/2 md.) Kadına karşı,

g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,

i) (Ek:29/6/2005 – 5377/9 md.)Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle,

j) Kan gütme saikiyle,

k) Töre saikiyle,

İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” denilmiştir.

 

Buna göre, hayata son vermeyi, yani öldürmeyi yasaklayan normun, kasti ve icrai bir hareketle, başkasının hayatını sona erdirmeye yönelik aktif bir davranışla gerçekleştirilmesi hâlinde TCK’nın 81 ve 82. maddelerinde düzenlenen kasten öldürme suçu işlenmiş olacaktır. Bu suçun oluşması bakımından önemli olan husus, başkasının hayatını ortadan kaldırmaya yönelik bir hareketin icra edilmiş olmasıdır.

 

5237 sayılı TCK’nın “Taksirle Öldürme” başlıklı 85. maddesi ise; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis ceza ile cezalandırılır.” hükmünü havidir.

 

Bu noktada tartışılması gereken husus ise “kast” ve “taksir” kavramları ve bunların kendi içerisindeki alt başlıklarıdır. Eş söyleyişle, ölümle sonuçlanan bir olayda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, ölümü doğuran hareketin icra edilmesi noktasında, suçun manevi unsurunun (kast ya da taksirin) evleviyetle tespiti ve suçun vasıflandırılabilmesi amacıyla “doğrudan kasıt”, “olası kasıt”, “taksir” ve “bilinçli taksir” unsurlarının  ayrı ayrı değerlendirilmesi, kastın varlığına kanaat getirilmesi halinde ise failin kastının ölüm sonucuna yönelik olup olmadığının tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır.

 

Buradan hareketle inceleme yapıldığında, 5237 sayılı TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesinde;

 “(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.” hükmü yer almaktadır. Yani yasa maddesinden de görüldüğü üzere, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast, ikinci fıkrasının birinci cümlesinde ise olası kast tanımlanmıştır.

 

Olası kastın tanımlandığı TCK’nın 21. maddesinin 2. fıkrasının gerekçesinde; “…Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşebileceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir. Yolda seyreden bir otobüs sürücüsü, trafik lambasının kendisine kırmızı yanmasına rağmen, kavşakta durmadan geçmek ister; ancak kendilerine yeşil ışık yanan kavşaktan geçmekte olan yayalara çarpar ve bunlardan bir veya birkaçının ölümüne veya yaralanmasına neden olur. Trafik lambası kendisine kırmızı yanan sürücü, yaya geçidinden her an birilerinin geçtiğini görmüş; fakat, buna rağmen kavşakta durmamış ve yoluna devam etmiştir. Bu durumda otobüs sürücüsü, meydana gelen ölüm veya yaralama neticelerinin gerçekleşebileceğini öngörerek, bunları kabullenmiştir. Düğün evinde törene katılanların tabancaları ile odanın tavanına doğru ardı ardına ateş ettikleri sırada, bir kişinin aldığı alkolün de etkisi ile elinin seyrini kaybetmesi sonucu, yere paralel olarak yaptığı atışlardan bir tanesinden çıkan kurşun, törene katılanlardan birinin alnına isabet ederek ölümüne neden olur. Bu örnek olayda kişi yaptığı atışlardan çıkan kurşunların orada bulunan herhangi birine isabet edebileceğini öngörmüş; fakat, buna rağmen silâhıyla atışa devam etmiştir. Burada da fail silâhıyla ateş ederken ortaya çıkacak yaralama veya ölüm neticelerini kabullenmiştir. Verilen bu örneklerde kişinin olası kastla hareket ettiğinin kabulü gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiş ve olası kasta ilişkin örnek olaylar gösterilmiştir.

 

Buna göre, doğrudan kasıt; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, yasada suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek icra edilmesi ile oluşmaktadır. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kasıtla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi halinde ise olası kast söz konusu olacaktır.

 

Olası kasıt ile doğrudan kasıt arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur ise doğrudan kasıttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir.

 

Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kasıtla hareket ettiği kabul edilmelidir.

 

Olası kastı doğrudan kasıttan ayıran diğer bir ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve “olursa olsun” düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir.

 

Bunun yanısıra, 5237 sayılı TCK dahilinde kural olarak suç ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir olduğundan, istisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması şarttır.

 

5237 sayılı TCK’nın “Taksir” başlıklı 22. maddesinde;

“(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.

(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.

(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.

(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.” hükmü yer almaktadır. Aynı şekilde burada da maddenin ikinci fıkrasında adi taksir, üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde ise bilinçli taksir tanımlanmıştır.

 

Uygulamada da en çok bilinçli taksir-olası kast ayrımı karıştırılmakta, gerçekleşen olaylara bilinçli taksir hükümlerinin mi yoksa olası kast hükümlerinin mi tatbik edilmesi gerektiği noktasında tereddütlü kararların verildiği görülmektedir.

 

İşte bu noktada, Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” şeklinde tanımı yapılan bilinçli taksirin karşılaştırılmasında kanun koyucunun madde gerekçesinde yer verdiği “kabullenme ölçütü” devreye girmektedir. Madde gerekçesinde; “olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir.” şeklinde açıklama yapılmak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstas ortaya konulmuştur.

 

Bu çerçevede, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kasıt, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde ise bilinçli taksir söz konusu olacaktır.

 

Bilinçli taksirde fail neticenin meydana gelmeyeceği kanısında olmakla beraber neticenin meydana gelmesini istemez ve bunun yanı sıra gerçekleşmemesi için elinden geleni yapar. Gerçekleşme imkanının ve ihtimalinin varlığını kabul durumunda ise hareketi yapmaktan kendiliğinden vazgeçer. Diğer bir ifade ile, fail, bilinçli taksirde neticenin gerçekleşmemesine gereken önemi verir ve bu hususu ciddiye alır. Yani, neticenin gerçekleşmeyeceği arzusu, düşüncesi ve beklentisi içerisindedir.

 

Olası kastta ise fail hareketinin hukuka aykırı netice meydana getirebileceğini öngörmekle beraber meydana gelmesi mümkün ve muhtemel netice onu hareketi yapmaktan alıkoymaz. Tasavvur edilen neticenin meydana gelmesi halinde fail bu neticeyi zaten kabullenmiş olmaktadır.

 

Bu noktada, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19/04/2011 tarih ve 2011/1-840 Esas, 2012/214 Karar sayılı ilamında doğrudan kast, olası kast ile bilinçli taksir tanımlandıktan sonra; birbirine çok yakın olan kavramları ayıracak kriterlere yer verilmiş, aynı şekilde Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 01.12.2020 tarih ve 2018/386 Esas, 2020/495Karar sayılı ilamında olası kast ile bilinçli taksiri ayıracak kriterler özetlenmiştir.

 

Bununla birlikte, 5237 sayılı TCK’nın “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesinde; “(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.” düzenlemesi yer almakta olup, bu hüküm uyarınca, failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir.

 

5237 sayılı TCK’nın 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nın 87. maddesinin 4. fıkrasına göre ise, gerçekleştirilen kasten yaralama eyleminin TCK’nın 86. maddesinin 1. fıkrası veya 1. fıkrası ile birlikte 3. fıkrası kapsamında bulunması ve bunun sonucunda bir ölüm neticesi meydana gelmişse, bu durumda en azından taksirle hareket etmiş olmak şartıyla faile belirtilen cezalar verilebilecektir.

 

Kasten yaralama sonucu mağdurun ölmesine ilişkin TCK’nın 87. maddesinin 4. fıkrasının uygulanması için; failin yaralama kastı ile hareket etmesi, mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci maddesi kapsamında yaralanmış olması veya 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle gerçekleştirilmesi, failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi, failin meydana gelen ölüm sonucuna ilişkin en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması şeklindeki şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

 

Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Kasten öldürme” başlığı altında 81. maddesinde düzenlenen suçun manevi unsuru öldürme kastı iken, 87. maddesinin 4. fıkrasına düzenlenen yaralama sonucunda ölüme neden olma suçunun manevi unsuru yaralama kastıdır. O hâlde, kasten öldürme suçu ile kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçu arasındaki ayırıcı kriterlerden en önemlisi manevi unsur farklılığı olacaktır.

 

Bunların yanı sıra, 5237 sayılı TCK’nın 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kasıt, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.

 

YÜKSEK YARGI KARARLARI;

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2020/1-444 Esas, 2022/423 Karar sayılı ilamı;

            “…Sanığın yakın mesafeden hayati bölgelere yönelik ateş etmesi halinde ölüm neticesinin muhtemel değil, muhakkak olacağı, sanığın da objektif olarak bu neticenin gerçekleşebileceğini bilebileceği gözetildiğinde, kasten öldürme ve öldürmeye teşebbüs fiilinin gerçekleştiğinin kabulünde bir isabetsizlik görülmediğinden itirazın reddine karar verilmelidir…”

 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2018/1-156 Esas, 2021/175 Karar sayılı ilamı;

 “…Sanığın atışa engel bir arızası olmayan ve namlusunda atışa hazır iri saçma taneleri içeren fişek bulunan av tüfeğini maktulün yaşamsal organlarının yer aldığı vücudunun üst kısmını hedefleyerek yaklaşık 15 metre mesafeden ateşlemesi sonucu, hedeflediği maktulün isabet almasının  günlük hayat tecrübelerine göre mutlak ve kaçınılmaz olduğu, sanığın buna rağmen ateş ederek eylemini, sonucunu bilerek ve isteyerek gerçekleştirdiği; sanığın cezadan kurtulmaya yönelik havaya ateş edecek iken tüfeğin kazayla ateş aldığı yönündeki savunmasına ise olay yeri inceleme raporu, maktulün vücudunda isabet alan bölgeler ve iri saçmaların maktulün bedeninde hafif yukarıdan aşağı seyir yönlü olduğuna ilişkin otopsi raporu ile tanık anlatımları karşısında itibar edilemeyeceği, bu şekilde sanık İnan Çolak’ın 13 yaşındaki maktul Murat Şeker’i doğrudan kasıtla öldürdüğü kabul edilmelidir. Bu itibarla sağının eyleminin olası kasıtla nitelikli kasten öldürme suçunu oluşturduğuna ilişkin Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir…”

 

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 2022/8080 Esas, 2023/63 Karar sayılı ilamı;

“…Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; sanığın ateş ettiği sırada aralarındaki mesafe itibariyle maktulü görmesi, maktulün isabet alacağının mutlak ve kaçınılmaz olması, buna rağmen bilerek ve isteyerek ateş etmiş olması nedeniyle eylemini doğrudan kastla gerçekleştirdiği, eylemin bu nedenlerle 5237 sayılı Kanun’un 81 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında  kaldığının kabul edildiği anlaşılmakla, yerinde, yeterli ve kanunî gerekçeye dayanan suç vasfının tayininde bir isabetsizlik görülmediğinden, hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır…”

 

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 2019/2294 Esas, 2019/4939 Karar sayılı ilamı;

“…Sanığın av tüfeği ile ikinci atışı yaptığı sırada bulunduğu konumdan mağdur Aylin ve katılan Duygu’nun oturdukları masayı gördüğünün anlaşılması, söz konusu masanın tüfekten çıkan saçmaların etki alanında bulunması, ateş edilen yer ile 211 nolu masa arasında 15 metre mesafe bulunması, tüfekten çıkan saçmaların yelpaze gibi açılarak ve ilerisini süpürerek gittiğinin bilinmesi ile bilirkişi raporunda da mağdurların sanığın görüş ve hedef alanı içerisinde kaldığının belirtilmiş olması karşısında;  olayın oluşuna göre katılan Duygu ve mağdur Aylin’in isabet almasının mutlak ve kaçınılmaz olduğu, sanık Mehmet’in doğrudan kastla hareket ettiğinin kabul edilmesi gerektiği, olayda olası kast hükümlerinin uygulanma imkanının bulunmadığı anlaşılmakla; sanık Mehmet’in katılan Duygu’ya karşı kasten öldürmeye teşebbüs, mağdur Aylin’e karşı kasten yaralama suçlarından cezalandırılmasına karar verilmesi yerine, suç vasfının tayininde hataya düşülerek yazılı biçimde olası kastla yaralama suçlarından mahkumiyet hükümleri kurulması…”

 

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 2021/13015 Esas, 2022/2606 Karar sayılı ilamı;

“…Arabanın içerisinde arka koltuğun orta kısmında oturmakta olan maktul Rabiya’nın isabet almasının mutlak ve kaçınılmaz olduğu, sanığın bu durumu bilmesine…sanığın maktul Rabiya’nın aracın içerisinde ve arka koltukta oturduğunu bilmesine rağmen ateş ederek eyleminin sonucunu bilerek gerçekleştirdiği anlaşılmakla, sanığın maktul Rabiya’ya yönelik 5237 sayılı TCK’nin 81/1. maddesi uyarınca kasten öldürme suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği halde, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde olası kastla öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi, Bozmayı gerektirdiğinden…”

 

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 2022/671 Esas, 2023/1266 Karar sayılı ilamı;

“…Maktul Nurettin’e çok yakın mesafede bulunan ve engelleme çabası içinde bulunan maktul Ramazan’ın da isabet almasının mutlak ve kaçınılmaz olduğu, sanığın buna rağmen ateş ederek eylemlerinin sonucunu bilerek ve isteyerek gerçekleştirdiği anlaşılmakla, Mahkemece sanığın, maktul Ramazan’a yönelik doğrudan kastla öldürme suçundan cezalandırılmasında bir isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamedeki bu husustaki bozma görüşüne iştirak edilmemiş ve hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır. Sanık Etem’in maktul Nurettin’i öldürme kastıyla silahını ateşlediği sırada maktul Nurettin’e çok yakın mesafede bulunan ve kendisini engelleme çabası içinde bulunan kardeşi Ramazan’ı da yaralayarak öldürdüğü olayda merminin maktul Ramazan’a isabet almasının mutlak ve kaçınılmaz olduğu anlaşılmakla kastın bilme ve isteme unsurlarının gerçekleştiği olayda sanığın eyleminin taksirle öldürme olarak kabul edilemeyeceği kasıtlı öldürme suçlarının niteliği ve gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerekliliği karşısında fikri içtima koşullarının oluşmadığı nazar alındığında hükümde bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmamıştır…”