CEZA MAHKEMELERİNCE MÜTALAANIN TEBLİĞİ ZORUNLULUĞU
Bir suç isnadı ile ilgili olarak ceza mahkemesinde kamu davasının açılması ve kovuşturma evresine başlanılması sonrası, duruşma aşamasında sırasıyla, ana hatları itibariyle; sanık savunması, müşteki beyanları ve tanık anlatımları tespit edilir ve dosya kapsamındaki delillerin ortaya konulması süreci tamamlanır. Akabinde tevsii tahkikat taleplerine ilişkin tarafların beyanları alınarak varsa tevsii tahkikat istemleri yerine getirilir. Devamında iddia makamı olarak görev yapan duruşmadaki Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaası alınır ve mütalaaya karşı sanık ve müdafiinin savunmaları tespit edilerek sanıktan son sözü sorulur, sonrasında mahkeme heyeti ya da hakimi tarafından hüküm kurulur.
Ancak uygulamada kimi zaman bu silsilenin düzgün bir şekilde yürütülmediği, özellikle de iddia makamının esas hakkındaki mütalaasının duruşmada hazır olmayan sanık ve müdafiine tebliğ edilmediği, bu suretle mütalaaya karşı savunma imkanının ortadan kaldırıldığı, silahların eşitliği ilkesine, çekişmeli yargılama ilkesine ve adil yargılanma ilkesine aykırı davranıldığı görülmektedir.
Oysa iddia makamının esas hakkındaki mütalaasının, duruşmada bulunmayan sanığa ve müdafisine tebliğ edilmesi gerektiği hususu Yargıtay içtihatları ile yeknesaklık kazandığı gibi, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’sinin kararları ile de kabul edilmiştir. AİHM, dosyaya ilişkin bağımsız bir inceleme yaparak görüşünü mahkemeye sunan Savcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Miran/Türkiye, B. No: 43980/04, 21/4/2009). Bu nedenle Savcılık düşüncesinin önceden taraflara tebliğ edilerek incelemelerine sunulması ve karşı görüşlerini hazırlama imkânı verilmesi çelişmeli yargılama ilkesi ile ilişkili olarak adil yargılanma hakkının bir gereğidir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 33). Çelişmeli yargılama ilkesi, dosyada yer alan bilgi ve belgelerin taraflar açısından ulaşılabilir olmasını gerekli kılar. Dolayısıyla belgelere ulaşamama çelişmeli yargılama ilkesi açısından sorun oluşturabilir (B. No: 2012/575, 8/5/2014, § 46).
Yine benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2020/1661 Esas, 2021/3003 Karar sayılı ilamında; “Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılanan sanığın CMK’nın 150. maddesi gereğince re’sen atanan müdafiinin, iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaanın sunulup mahkemece mahkumiyet hükmünün kurulduğu 21.03.2019 tarihli oturumda “mesleki mazeret” nedeniyle mazeret dilekçesi vererek duruşmaya katılmadığı, mütalaayı içeren duruşma zaptının sanık müdafiine tebliğ edilmediği, sanık ve müdafiinin yokluğunda Cumhuriyet savcısının mütalaasını vererek mahkemece sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulduğu anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 197. maddesi, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle çekişmeli yargılamanın gereği olan “silahların eşitliği” ilkesi ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılanma ilkesi dikkate alınarak; adaletin selameti açısından sanık müdafiinin mazeretinin kabulü ile savunma yapma imkanı tanındıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayini gerekirken, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı savunma yapma imkanı verilmeden karar verilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün öncelikle bu sebepten dolayı CMK’nın 302/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA,..” şeklinde karar verilmiştir.